Ankara'da Bir Gün


Bugün haftanın son günü yarın haftasonu tatili Ankara'da olanlarınız için nacizane bir tavsiye niteliğinde, daha önce gittiğim bir iki yeri anlatmaya çalışacağım.
Bugünkü gezimiz Ankara kalesine doğru olacak. Gerçi gidebileceğiniz alanlar çok sınırlı başkentimizde. Erkek arkadaşımdan dolayı sık sık Ankara ziyaretlerim olur. Bu kenti çok sevmesem de alıştım sayılır, İstanbul’a göre daha düzenli ve küçük. Ulaşım imkanı sizi çok yormuyor. Hele bir de özel aracınız varsa gidebileceğiniz yere daha rahat ulaşabilirsiniz.
Çok kalabalık bir öğrenci nüfusunun bulunduğu şehirde, cafeler her yeri sarmış durumda. Bunlar da yaya kaldırımlarını işgal etmiş, sigara dumanı içinde, önünden geçerken bile kulaklarınızı sağar edebilecek kadar yüksek sesle müzik çalıyorlar, insanın içeri girip bir bardak çay içesi gelmiyor. Yapacak çok fazla işleri olmadığından mıdır yoksa yeni neslin bıkkınlığından mıdır nedir bilmem cafeler hep tıklım tıklım doludur. Gerçi gezebileceğiniz yerlerde kısıtlı sayıdadır zaten. Ben her seferinde ah keşke bir deniz olsa Ankara’da derim. Bir ara Melih Gökçek deniz bile getirir Ankara’ya diye düşünmüyor da değildim hani. Özellikle Dikmen Caddesinin sonuna doğru ufka baktığınızda hep orda deniz görmeyi hayal etmişimdir.
Dedim ya Ankara’ya çok sık seyahat ederim ve her gidişimde sıkıntı yaşarım bu konuda. Off nereye gidicez, yine cafelere mi tıkılıp kalıcaz diye kara kara düşünürüm. Çoğunlukla da gitmeden önce internette kısa bir araştırma yapıp öyle karar vermeye çalışırım. Erkek arkadaşım on yıldır burada ikamet ediyor ama ne hikmetse ben gezdiriyorum onu.
Bu defa Ankara’nın eski bir hanı dikkatimi çekti. Daha önce kalesine çıkmıştım ama oradaki hanları dolaşmamıştım.
Evet ne diyordum. Pirinç Han kaç zamandır aklımdaydı. Ancak bir türlü fırsatını bulup denk düşürüp gidememiştim. Ama bu kez kararlıydım gitmeye.
Soğuk bir Ankara gününde erkek arkadaşımla koyulduk yollara. İstikamet kale. Çatılarda hafiften kar var, hava buz gibi.
İlk durak Çengel Han. Şimdilerde Rahmi Koç Müzesi olarak hizmet veriyor.
1522-1523 yıllarında Mihrimah Sultan’ın eşi Damat Rüstem Paşa tarafından inşa ettirilmiş çok eski bir han. Kalenin hemen altında Atpazarı Meydanında. Bir rivayete göre adını o zamanlarda Atpazarı Meydanında yakalanan katillerin, suçluların Çengel Han’ın avlusundaki çengellere asılmasından aldığı söylenir. Müzenin içinde aynı zamanda Vehbi Koç’un ilk dükkanı bulunmakta. Koç'un ilk dükkanının olduğu hanı Koç Vakfı restore edip müze haline getirince Vehbi Koç'un ilk dükkanını da orjinal haline yakın şekilde dizayn edilip ziyarete açıldı. Müze turumuzu bitirip çıkıyoruz.
Sonraki durak Pirinç Han. Ankara’nın tek ahşap hanı olduğunu söylerler. 1739’da yapıldığı tahmin ediliyor. Önceleri çeşitli amaçlarla kullanılmış, bir ara karakol olduğu rivayeti bile mevcut. Küçücük bir kapıdan içeri adımınızı atar atmaz sizi Faruk Nafiz Çamlıbel’in şiiri karşılıyor. İçeride onlarca dükkan mevcut. Girişteki üstü açık avluda havanın soğuk olmasına rağmen masalarda oturup çay içenlerle karşılaşabiliyorsunuz. Demek ki müdavimleri çokmuş diye düşünüyorum. Yazık ben daha yeni keşfediyorum. Tahta merdivenleri ağır ağır çıkarak han’ı dolaşmaya başlıyoruz. Ancak o da ne elektrikler kesik, ne şanssızlık çoğu dükkan kapalı. Ama olsun yine de güzel. Ben çok beğendim. Antikacılar, cam eşya satanlar, resim atölyesi, gramofoncu, el yapımı ürün satanlar, yemeniciler ne ararsanız mevcut handa. Tahta merdivenlerin gıcırtısıyla hanın sessizliği birbirine karışıyor. Sanki işyerlerinin olduğu bir yer değil de eski bir konakta dolaşıyormuşsunuz hissi uyanıyor insanda. Çok sıcak, esnaf güleryüzlü. Alışık olmadığımız bir tarzı var. Karnımız yavaştan acıkmaya başlıyor. Handan çıkıp hemen karşısındaki cafeye giriyoruz. Üst kata çıkıp kendimize rahat bir koltuk seçip oturuyoruz. Karşıda uzaklarda Kocatepe ve Atakule gözüküyor. Sisler ardında kalmış, gizemli bir şehir gibi. İçerinin ısınmasında şimdilerde unutulmaya yüz tutmuş odun sobası kullanılıyor. Boruları neredeyse tüm mekanı sarmış. Hemen gözlemelerimizi ve çaylarımızı söylüyoruz. Bir iki bardak çay ve sobanın sıcaklığıyla hemen ısınıyorsunuz. Bu arada karışık gözlemesini tavsiye ederim, tadı enfes. Gün batmak üzere Ankara’da hava daha bir erken kararıyor. Daha dolaşacağımız bir sürü han var Sulu Han, Zağfiran Han, neyse onlarda diğer sefere artık. Hem belki restorasyon çalışmaları da tamamlanmış olur o zamana.
Akşam oldu, ev doğru yola çıkma vakti.
Dışarısı buz gibi soğuk, ancak güzel bir günün ardından üstüne üstelik bir de sevdiğiniz yanınızdaysa hiç üşüdüğünüzü anlamıyorsunuz içiniz sımsıcak tutuyorsunuz evin yolunu.
Continue >>>

Kaynar Kazan


29 Mart yerel seçimlerine sayılı günler kaldı. Ortalık alev alev. Durum gösteriyor ki, en büyük kapışma İstanbul ve Ankara’da olacak. Partilerin içinde ve dışında binbir entrika dönmekte. Herkes birbirini suçlamakta. Parti liderlerinin ağız dalaşında. Kutuplaşmaların, odaklaşmaların, yolsuzlukların alenen yapıldığı bir süreçten geçiyoruz.

29 Mart gecesi sandıktan ne çıkar bilmiyorum, ama umut ediyorum ki, halkımızın aklını başına aldığı, gerçekleri gördüğü, dağıtılan seçim rüşvetlerine kanmadığı bir seçimin sonucunu almış oluruz. İlk geldikleri zaman temiz siyaset yapacaklarını, haram yemeyeceklerini, yolsuzluklarla mücadele edeceklerini iddia edenler, şimdi bu yolsuzlukların içinde boğulmak üzereler. Hangi taşı kaldırsanız altından bir AKP’li çıkıyor. Bu yolsuzluklar karşında onlar da bir şey yapamaz oldular. Yani çamura battılar.

Aslında CHP’de Sevigen depremi yaşanırken, onlar içinde bak işte onlarda yolsuzluk çamuruna battı söylentileri yayılmakta. Yani tencere dibin kara, senin ki benden kara, AKP’nin ki kapkara. Hem AKP hem de CHP “etik” savaşına yenik düştü.

AKP’de yaşanan Şaban Dişli olayının bir benzeri CHP’de Mehmet Sevigen’le patlak verdi. Birkaç gün öncesinde de CHP İl Başkanı Gürsel Tekin bir gel-git yaşadı ve çileden çıktı. Tam da istifanın eşiğine gelmişti ki Baykal onu ikna etmeyi başardı. MHP seçimler yaklaşırken sesini çok yükseltmeden ağır adımlarla ilerlemeyi tercih ediyor. En son yapılan milletvekili seçimlerinin öncesinde AKP’ye demediğini bırakmayan, AKP karşıtı söylemler yaparken , her nedense meclise girdikten sonra bazı olaylarda AKP’den yana tavır almaya başladı.

Kazan kaynamakta, seçim yaklaşmakta, işini bilen seçmenim görev başında. Bakalım 30 Mart sabahı yeni bir Türkiye olarak mı uyanacağız, yoksa yola batıdan uzaklaşıp Araplara yanaşmaya çalışan, her türlü yolsuzlukta adları geçen, parti kapatma davasında laiklik karşıtı olduklarının alenen belirtildiğini göz ardı ettiğimiz eskilerle mi devam edeceğiz.

Kazan kaynamakta ve bir süre daha sıcaklığını kaybetmeyeceği ortada.
Continue >>>

Bize Neler Oluyor


Son zamanlarda televizyonda hangi kanalı açsam, hangi gazeteye göz gezdirsem siyaset dışında en çok rastladığım ikinci haber, geçirilen cinnet haberleri oluyor.

Krizden etkilenip kendini yakanlar, eşini çocuğunu vuranlar, kesenler. Herkes çıldırmış olmalı diye düşünüyorum. Kimisi işsizlik yüzünden canına kıyıyor, sokak ortasında kendini yakıyor, olmadı önce eşini çocuğunu öldürüp son kurşunu kendi kafasına sıkıyor. Kimse normal ruh halinde değil. Arkadaşının kalmasına izin vermedi diye annesinin boğazını jiletle doğrayan kız çocuğundan, babası tokat attı diye mahkemeye verenlere kadar bin çeşit cinayet haberi.

Sevgilisiyle bir olup kendi öz evladını öldürüyor, ona cinsel tacizde bulunmalarına göz yumuyorlar. Bunlarda nasıl bir vicdan vardır, nasıl bir kafa yapısıdır, nasıl ana babadır anlamak imkansız. Hatta bunların insan olduğuna bile inanmak istemiyorum. Aile içi yaşanan ensest ilişkiler de işin ayrı bir boyutu. Bir baba evet bir baba kendi öz kızına nasıl tecavüz edebilir, onu bir seks objesi olarak nasıl görebilir. Yıllarca bak büyük sonra gidip başkasıyla ilişkiye girecek diye sen saldır olacak şey mi bu? Amcalar, dayılar öz yeğenlerine saldırsın, cinsel tacizde bulunsun, suçları ortaya çıkmasın diye onları öldürüp cesetlerini yok etmeye çalışsın. Yok yok bunlar insan değil, hayvanda diyemiyorum, çünkü evrendeki hiçbir hayvanın da bunu yapacağını sanmıyorum. Bunlar sadece iki ayaklı, iki gözlü, vücutlarının üzerinde taşıdıkları kafalarıyla sadece yaratıktır, insana benzeyen yaratıklardır. Onları bir kategoriye koyamıyorum. Ruhları pislikle kaplanmış, aşağılık yaratıklar olmalı diye düşünüyorum. Bunları yapanlara göz yumanlar onlardan da beter, adice bir suça ortak olduklarının bilincinde değiller mi acaba?

Akrabalık ilişkileri çerçevesinde kavga edenler, birbiriyle husumete düşenler nedense hiçbir olayın farkında olmayan, suçsuz masum çocuklara yönelip bunlardan alıyorlar hınçlarını. Gidiş hayra doğru bir gidiş değil. Hüseyin Üzmez denen bir şaklaban çıkıyor 13 yaşındaki kız çocuğuna cinsel tacizde bulunuyor, kızın ailesi durumu biliyor ve sonra her ne olduysa olay ortaya çıkıyor ve kızcağız adli tıp kuruman rapor için sevk ediliyor. Çıkan raporu hepimiz iyi biliyoruz. Çocuk herhangi bir psikolojik zarar görmemiş! Ruhsal durumunda bir bozukluk yokmuş. Acaba bu karara imza atan yetkililerin vicdanları rahat mı? Kendi çocuklarının başına aynı olay gelseydi belki de bu kadar rahat davranmayabilirlerdi. Ortalığı ayağa kaldırırlardı.

Bursa’da yaşanan son olay ise işin iğrençliğini ve hangi şartlarda bu kararların verdiğini sorgulamaya yöneltiyor insanı ister istemez. Adam izlediği porno filmde yüzünün gözükmediği bir kadının kendi karısına benzediğini söyleyerek bıçak darbeleriyle karısını öldürüyor. Hakime verdiği savunmada ise “kadının yüzü gözükmüyordu ama aynı karım gibi giyinmişti, sesi de çok benziyordu, o olduğunu düşünüp öldürdüm” diyor. Adama ömür boyu hapis cezası veriliyor. Sonra adam karısının kendisine “pezevenk” dediğini iddia ediyor, hakimde bunu tahrik sebebi sayıp adamın cezasını 18 yıla indiriyor. Kadın 22 yerinden bıçaklanıp ölüyor. Adam porno film izliyor, orada gördüğü kadının karısı olduğunu düşünüp onu orospulukla suçluyor, ama bu suç değil, kadın bir pezevenk dedi diye ölüyor ve bu hafifletici sebep oluyor. Nasıl bir adalet, nasıl bir hukuk. Acaba bu adamlar akşam evlerine gittiklerinde başlarını yastıklarına koyup gönül rahatlığıyla uyuyabilecekler mi? Kadın ölmüş gitmiş ya öyle bir ithamda bulunmadıysa o zaman n’olucak.

Sapkınlıklar toplumun her kesiminde var, zengininden fakirine, sosyal statü sahibinden işsizine. Etraf pislik kokuyor, sokağa çıkmaya korkuyorum. Başıma bir şey gelse hangi adalete, hangi hukuka güveneceğim ben.
Continue >>>

Bor'umuz bor'umuz...


AB kısırlık yaptığını ileri sürdüğü bor madeni için, Eti Maden İşletmeleri ise hayır “afrodizyak” etkisi var diyor..
Türk erkeğini en can alıcı noktasından vurmaya çalışıyor. Kısır olursunuz. Haşa olur mu hiç öyle şey, biz erkekliğimize laf getirmeyiz.
Ağbimin biri çıkmış AB’nin kısırlık yaptığını iddia ettiği bor için çocuğu olmayana, kısırım diyene bor yedirin bak n’oluyor siz görün diyor. Tabi sayın ağbim bir hafta sabah akşam aç karna yiyelim bir tabak boru ilaç niyetine bak ne ikizler üçüzler doğuyor memlekette.
Başka bir ağbim de çıkmış hiçbir yan etkisinin olmadığını göstermek için valla ben 46 yaşındayım 4 yaşında çocuğum var diyor. Hadi gel de inan şimdi bor’un kısırlık yaptığına, sperm kalitesini düşürdüğüne. Adam bundan sonra bir çocuk daha yaparsa şaşırmam.
Aslına bakarsanız Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) açıkladığı verilere göre, yetişkinlerin günde 13 mg. bor alması gerekmekte. Kuru erik, badem, fındık gibi doğal ürünlerin yanısıra, borlu vitaminler, mineral ve vitamin kompleksleri ile de bu ihtiyaç karşılanabilir. Kemik yapısının güçlendirilmesinden, beyin sağlığına kadar insan vücudu için vazgeçilmez. Kemik erimesi (osteoporoz), eklem iltihabı, migren, bazı sinir hastalıkları, halsizlik ve daha bir sürü alanda bor tıbbın hizmetinde kullanılıyor.
Sadece tıb ve sağlık alanı olsa iyi sanayide, iletişimde, tekstilde, inşaat sektöründe, kanserle mücadelede, kimyada, ahşap sanayi, metal sanayi, havacılık ve uzay araştırmalarında, kozmetikte, yani kısacası a’dan z’ye aklınıza gelebilecek her alanda bor’u kullanmak mümkün, hava su gibi elzem bir maden, hayatımızın her alanında kullanımı mümkün. Türkiye, topraktan çıkartıp sattığı bordan kazandığı paranın kat kat fazlasını, bordan üretilen, bor türevleri, kimyasalları, endüstriyel amaçlı kullanımı için geliştiren ürünleri ithal ederken ödüyor. Eee durum böyle olunca, üstüne üstelik bir de bor madeni açısından dünyanın en zengin ülkesi olursan farklı bir yaklaşım beklenemez zaten. Eğer Türkiye bor madenini çıkarıp kullanmaya başlarsa bor bakımından dışa bağımlılığı azalacak. Bize bordan üretilen yan ürünleri ve türevlerini satan ülkelerin de ekmeğine taş koymuş olacak. Adamlar da napıyor belden aşağı vuruyor. Madende çalışan işçilerden kan, sperm ve idrar örnekleri alıp tahlil yapıyorlarmış. Bakalım sonuç ne çıkacak. Gerçekten de sperm kalitesini düşürüp kısırlığa neden oluyor mu? Yoksa ihracat yaptığımız ülkelerde mi kısırlığa neden oluyor. Haa eğer tersi çıkarsa onlar yine bir kulp bulup çıkartmazlar bize o bor’u. Kimse merak etmesin.

Continue >>>

Aşka Dair


Geçip giden yaşanmışlıkların, bitişlerin, yılgınlıkların üstüne insan bir daha kimseye aşık olamayacağını, kimseyi kalbine sokamayacağını düşünür. Yıllar su gibi akıp gitmektedir. İnsan kendi kabuğuna çekilip hayatını devam ettirme çabasında, günü bitirme davasındadır.
Artık benden geçmiş aşk’ta neymiş dersin, içini kimsenin titretemeyeceğini düşünürsün. Oysa ki aşkın, hayatın tam da merkezi olduğunu bildiğin halde bu gerçeği unutmak istercesine kilit vurursun kalbine. O an belki de karşında elini uzatsan dokunabileceğin biri vardır. Belki de bakışı, bir gülüşü, bir dokunuşu her şeye bedel biri.
Ama sen kapatmışsın ya kalbini olmaz canım hiç olur mu böyle şey dersin. Aşk saçmalığıyla uğraşamazsın şimdi, iş-güç vardır, koşturmaca vardır. Anlamsız ve manasız bir koşturmacadır aslında. An olur gerçekten ne için yaşadığını unutursun. Bir taraftan da için için sevilmeyi arzularsın. Hayatını ona adama istersin, sabahlara kadar ağlamak, üzülmek, sebepsiz yere kahkahalar atmak istersin. Aşık olmak istersin ve bunları sana yaptıracak olanın aşk olduğunu bilirsin. Yoksa duygularına gem vurarak yaşayamazsın. Robotlaşırsın insan olduğunu unutursun. Sen bir makine değilsin, kalbin hızlı hızlı çarpmalı, ellerin terlemeli, kanın damarından deli gibi akmalı ki başın dönsün, ya da nefesin daralmalı. Her kapı çaldığında, her telefon sesinde için kıpır kıpır olmalı. Evet evet “o” arıyor demelisin.
Midende kasılmalar olmalı, yemeden içmeden kesilmelisin. Ey aşk sen nelere kadirsin demelisin. Sokaklarda bağıra çağıra sevda şarkıları söylemelisin. Lunaparka gidip çocuklar gibi eğlenebilmelisin. Yıldızları asmalısın göğsüne, papatyalardan taç yapmalısın saçlarına.
Aşkını, sevgini karşındakine göstermek için bir gülüşün, içten bir öpüşün, sımsıkı bir sarılışın yetebilmeli. Hangi yaşta olursan ol el ele tutuşup özgürce dolaşabilmelisin. Sen aşıksın ayıp bir şey yapmıyorsun. Bırak kalbin beyaz bir martı gibi süzülsün masmavi gökte. Denize teğet uçsun, kanadının bir ucu değsin suya. Uçsun yükseklere, bir geminin ardı sıra gider gibi gitsin sevdiğinin peşinden. Engel sınır koymasın kendi gökyüzünde hür olsun, özgür olsun ama illede sevdiğinin yanında olsun. Utangaçlıkların, sokulganlıkların, çılgınlıkların olmalı. Sanki dokununca kırılıverecek gibi bir kalbin olmalı, ama kocaman olmalı.
Gece uyumadan yanında olsun, öperek o uyutsun, sabah arayıp o uyandırsın seni. Hiç olmadık zamanlarda arayıp “sesini duymak istedim, sesini duyunca kendimi iyi hissediyorum” diyebilmelisin.
Yalnızken bile iki kişilik nefes almalı, iki kişilik yaşamalısın hayatını. Her an içinde olmalı, gereksiz kıskançlıklar yapsan da onu sevdiğini bilmeli. Aşık olan bunu anlar, kınamaz seni. Kınamaz çünkü hayatının vazgeçilmezi olmuştur. Sen de bilirsin o da bilir bunu. Bilir çünkü sevdiğindir o senin, sevdiğisindir sen de o’nun.
Sevdiğini arayıp hiç konuşmadan “Seni Seviyorum” deyip kapatmaktır aşk. Aşk iç çekişlerdedir, sıcacık bir bakışta, içtiğin bir yudum çaydadır, beklemediğin bir anda kalbine esen hafif bir yeldedir.
Aşk bendir, aşk sendir, aşk bizdir……
Continue >>>

İki Kadeh Rakı


Şöyle denize nazır köhne bir balıkçı lokantasındasın. Tahta masada peynir, kavun, domates ve daha envai çeşit meze, bir de çay bardağında rakı. İçerinin loş, ağır havasına karışmış keskin anason kokusu genzini yakıyor adamın.
Çıtır çıtır kızarmış balıklar geliyor masaya, yanında roka ve marul. Bir başta soğan. On parmağınla dalıyorsun balık tabağına, soğanı da katık ederek. Biraz balık, biraz meze, bir yudum rakı, keyifler çakır.
Fonda bir şarkı, derinlerden Müzeyyen Senar’ın sesi geliyor “Benzemez kimse sana….”. İyice keyifleniyorsun.
Küçük tahta iskemleyle bütünleşmiş yorgun bedenini denizden yana çevirmişsin. Denize ay düşmüş, dalgalarla sevişmekte. Hafiften bir meltem yüzünü okşuyor. Sevdiğinin kokusunu getiriyor tuzla karışık sana. Şarkı ağırdan çalmaya devam ediyor, tutamıyorsun kendini eşlik ediyorsun şarkıya, “…..bakışından süzülen işvene kurban olayım…..”
Saat ilerlemiş kimin umurunda, yelkovan akrep’in peşinde, sevdiğine kavuşamayan aşık gibi.
Tabakta balıklar bitmek üzere, vücudun ağır gelmeye başlamış, hafiften bir baş dönmesi. Son balığı da alıyorsun tabaktan. Rakıya katık ederek. Garson üstünde dumanı tüten mis gibi bir tahin helva getiriyor sıcacık, ekşili ekşili. Fırından yeni çıkmış besbelli. Helvayı, bardağın dibinde kalan son bir iki yudum rakıyla taçlandırıyorsun. Kafa iyi, keyifler iyi. Hesabı ödeyip kalkıyorsun masadan.
Deniz kıyısında ay eşlik ediyor sana. Ağır ağır yürüyerek evin yolunu tutuyorsun. Ev ıssız, buz gibi, bekleyen kimsen yok. Ne acı. Birden keyfin kaçıyor, atıyorsun kendini yatağa. Hayallerinle dalıyorsun uykuya. Bir kadeh rakı, bir tabak balık……..
Continue >>>

Baharat Kokulu Kavanozlar


Macellan’ı dünyanın çevresini dolaşmaya iten şey Baharat Adaları efsanesi ve onların karanfilleriydi. Vasco da Gama, Afrika’nın tehlikeli sularını aşarak Hindistan’a baharatlar için gitti. Kristof Kolomb altın ve karabiber peşinde yelken basarken yeni kıta Amerika’yı keşfetti. 15. ve 16. yüzyıl kaşifleri yelkenlerini güzel kokulu, baştan çıkarıcı, damak tatlarına hitap eden ve hayal güçlerini çalıştıran baharat, tohum ve tozlara doğru açmışlardı.

Siz de benim gibi yemeklerinde baharat kullanmadan yapamayanlardan mısınız? Salatalardan tutun da, balıklara, et ve tavuk yemeklerine, bitki çaylarına, hatta sabah kahvaltıda peynir ve zeytine sos olarak bile kullanırım çeşitli baharat karışımlarını.


Baharatların yemeklere ayrı bir lezzet kattığına inanırım. İnsanın içini ısıtan bir kokusu tadı vardır. Yalnız baharat kullanırken ölçüsüne çok dikkat etmek lazım, yoksa o güzelim yemeğiniz bir anda heder olabilir. Yemeğinizin ana tadını öldürmeden, damağınızda bırakacağı o eşsiz lezzete lezzet katmak için vazgeçemediklerim arasındadır binbir çeşit baharat.

Aktardan özenle seçtiğim baharatları eve gelince teker teker açıp, kokusunu çeke çeke kavanozlarına yerleştirmeye başlarım. Her kavanozdan sonra ağzını sıkaca kapatıp hava almasını engellerim. Yoksa hem aromasını hem de kokusunu kaybeder.

Karabiberi asla çekilmiş halde almayı sevmem, ezilmiş toprak görüntüsünden dolayımıdır nedir bilmiyorum gözüme hoş gelmez. Tane olarak aldığım kırmızı, beyaz, yeşil ve kara biberi evde kendim kullanacağım zaman taze taze çekerim. Taze ve iri çekilmiş biberin o muhteşem kokusu ve tadı yemeklerinizde, salata soslarınızda hemen kendini farkettirecektir.

Tarçını ise mümkünse çubuk şeklinde alırım. Gece yatmadan önce bir bardak ılık sütün içine bir çubuk tarçın atıp, biraz da bal ekleyip bir süre beklettikten sonra içmeyi denediniz mi hiç? Daha ilk yudumda içinize tatlı bir sıcaklık ve huzur dolduğunu hissedeceksiniz. Çocuklarınız içinde uykudan önce güzel bir içecek olacaktır.

Muskatı çoğu insan bilmez ancak değişik bir aromaya sahiptir. Patates püresine inanılmaz bir tad katar.

Sumak hepimizin kullandığı bir baharattır. Çoğumuz dolmalarında kullanıyor olabilir, ama piyazlık doğranmış soğana biraz kıyılmış maydanoz ve sumak karıştırıp yemeyi deneyin böylede çok güzel oluyor.

Yemeklerimde fesleğen, biberiye, köri, kimyon v.b. baharat kullanmayı severim. Tabi ki hepsinin kullanılacağı yemekler ayrıdır. Her baharat her yemeğe gitmez. Tadını bozabilir. Şöyle kıvamında yoğrulmuş bir mercimek köfte hiç kimyonsuz olur mu peki? Tavuk sotede köri ve soya sosu da enfes bir tad bırakır. Hatta köriyi sabah yaptığım omlete bile katarım, biraz karabiber ve kırmızı pul biberle birlikte. Siz de deneyin, pişman olmazsınız.

Birçoğumuz zencefili kullanmayız. Ben tazesini değil de toz halinde olanını tercih ediyorum. Hatta içinde bulunduğumuz kış aylarında boğazımız ağrıdığı zaman veya sesimiz kısıldığında bir fincan sahlepin içine biraz zencefil katıp içerseniz, boğaz ağrınıza birebir geldiğini göreceksiniz.

Defne yaprağınıda balık ve et yemeklerinde kullandınız mı? Özellikle balıkla birlikte acayip güzel bir tad bırakıyor. Çok değil bir iki yaprak işinizi görecektir.

Sabah kahvaltıda siyah zeytin vazgeçilmezlerimdendir. Ama soslu olarak. Biraz kekik, biraz pul biber, üstüne zeytinyağı ve nar ekşisi gezdirip kızarmış ekmeğinizi de sosuna şöyle güzel bandıra bandıra yediniz mi, misssss.

Şimdi yazacaklarımı okuduktan sonra siz de benden şüphe duyabilirsiniz, çünkü zaman zaman ben kendimden şüphe duyuyorum. Hiç kahvaltıda soğuk olarak yenmesi gereken veya alışılageldiği üzere soğuk yenen kahvaltılıkları sıcak yediniz mi? Mesela domates, mesal peynir. Ben sıcak kahvaltı sevenlerdenim. Domatesi tavaya dilimleyip üzerine biraz yağ, tuz, kekik gezdirip kapağını kapatıp pişirir öyle yerim. Peyniri de aynı şekilde biraz yağda kızartırım hellim peyniri gibi özellikle tuzlu köy peynirlerini.

Ya işte dedim ya ben kahvaltıyı bile sıcak sevenlerdenim. Benim çoğunuza tuhaf geldiğine inandığım kahvaltı alışkanlıklarımdan sonra sizlere evde kullandığım bir kaç baharat karışımının tarifini vereyim. Bunları karıştırıp hazırlayın kavonozlara koyup ağızlarını sıkıca kapatın üzerlerinede birer etiket yapıştırın ki ne olduğunu unutmayasınız. Yemek yapmaya başladığınızda hangi baharat neredeydi diye arama zahmetinden de kurtulmuş olursunuz. Hazırladığınız baharat karışımlarını güzelce kavanozlara yerleştirin yemeklerinizde kullanacağınız zaman kapaklarını açtığınızda mutfağınızı bir anda muhteşem bir baharat kokusu saracaktır.

Evet gelelim çok özel karışımlarımıza.

Kırmızı-Beyaz Et Baharatı
Köri, tuz, beyaz biber, biberiye, sarımsak tozu, zencefil, fesleğen, karabiber, tarçın, defne, yenibahar, tarhun ve muskat. Tümünü eşit miktarda karıştırıp hazırlayın. Kullanacağınız zaman incecik doğranmış soğanla karıştırıp yemeklere katabilirsiniz. Miktarlar sizin damak zevkinize göre azaltılıp çoğaltılabilir. Eğer etinizi marine edip öyle pişirecekseniz 2 veya 4 saat bu sosta bekletmeniz yeterli olacaktır.

Balık Harcı (Tava)
Galeta unu, mısır unu, defne (toz), zencefil, sumak, beyaz biber, zerdeçal.

Balık Baharatı (Izgara, balık çorbası veya balık yemeklerinde)
Mısır unu, tuz, soğan, sumak, zencefil, zerdeçal, defne yaprağı, beyaz biber,biberiye. Özellikle kalamar, lüfer ızgara, balık çorbası ve yemeklerinde tavsiye ederim.

Pizza Baharatı
Kekik, pulbiber, tuz, soğan, karabiber, sarmısak, fesleğen, maydanoz, tatlı toz biber, mercan köşk, toz domates karışımı. İster pişmeden önce ister piştikten sonra üzerine serpip kullanılabilir.

Makarna Baharatı (Sarmısaklı)
Sarmısak, kekik, maydanoz kurusu, pulbiber. Kızgın ateşte tereyağını eritip karışımı katın. Yoğurtla birlikte makarnanın üzerinde servis yapın.

Kahvaltılık Baharat
Kekik, tatlı toz biber, sumak, kimyon, tuz, maydanoz, poy, çemen, nane, defne. Tereyağı üzerine sürülerek, zeytinlere sos olarak veya omletlerinize katabilirsiniz.

Sucuk Baharatı
Kimyon, kişniş (toz) kekik, tuz, soğan, karabiber, beyaz biber, sarmısak, acı toz biber, yenibahar, muskat. Özellikle kuru fasulyede sucuk tadı verir.

Hint Yemekleri Baharatı
Köri, mısır unu, maydanoz, havuç, soğan. Karışım hint mutfağına özgü lezzet verir.

Meksika Yemekleri Baharatı
Domates, pulbiber, kekik, tatlı toz biber, acı toz biber, sarmısak, defne, karabiber, havuç, soğan, maydanoz. Meksika usulü hazırlanan yemeklerde lezzet verici bir ayrıntı olarak kullanabilirsiniz.

Yukarıdaki baharatların tümünü toz halinde aktarlardan veya büyük marketlerden bulabilirsiniz. Soğan, domates ve havuç tozu dahil olmak üzere.

Yemeklerinizde farklı lezzetler yaratmak isterseniz karışımlarımı deneyebilirsiniz.

Afiyet olsun. Mutfağınızdan baharat kokulu kavanozlarınız eksik olmasın.
Continue >>>

Damak Tadı


Adını bilmediğim bir tarif, profitorole benziyor bir nevi uyduruk profitorol. Ama öyle uyduruk olduğuna bakmayın tadı enfes oluyor, hemde yapılışı çok basit. İkram ettiğim herkes çok beğendi. Özelikle küçük çocukların severek yedikleri bir tad.

Malzemeler:
10 adet halley bisküvi
1 paket çikolata sos
1 kutu krem şanti (pakette 2 adet)
Süt
Ceviz, hindistancevizi, toz fıstık (tercihe göre)


Yapılışı
Krem şanti ve çikolata sosunu üzerin yazılı tariflere göre hazırlayın. Çikolata sosu pişirdikten sonra soğuturken ara ara karıştırın ki üzeri kaymak tutmasın.Halley bisküvileri elinizle çok küçük olmayacak şekilde kırın. Krem şantiyle karıştırıp, tepsiye veya bir kabın içine ince olmayacak şekilde yayın. Üstünü soğutmuş olduğunuz çikolata sosu ile kaplayın.Buzdolabında iki üç saat soğuttuktan sonra. Kaşıkla servis yapacağınız tabaklara alın, üzerini kırılmış ceviz, hindistan cevizi veya fıstıkla süsleyebilirsiniz.


Afiyet olsun...
Continue >>>

Doğadan Gelen Mucize


Son aylarda yaşanan ekonomik krizden az yada çok hepimiz etkilendik. Etkilerinin daha uzun süre devam edeceğide alenen ortada. Hal böyleyken sinirlirimiz yıpranıyor, öfkeye kapılıp sıkıntıya düşüyoruz. Üzülüyoruz, ruhsal ve duygusal gel-gitler yaşıyoruz. Stres olanların, depresyon geçirenlerin sayısında günbegün artışlar sözkonusu. Bu sıkıntılarımızdan dolayı doktorların kapısını aşındırır olduk, ilaç kolik bir millet yaratıldı. Her nekadar ilaçlara sarılsak da doğanın bize sunmuş olduğu bitkisel mucizeleride göz ardı etmemek gerekiyor. Hemen hemen hepimizin mutfağında, dolabında bulunan bir çok sebze ve meyve bize ilaçlara karşı alternatif bir seçenek sunuyor. Kısaca hepimizin hergün bilerek veya bilmeyerek tükettiği meyve ve sebzelerin nelere iyi geldiğine bir göz atalım. Nedersiniz? Belki de derdimizin dermanı elimizin altında da biz farkında değiliz.

GÜVENSİZLİĞE PORTAKAL
Mevsim kış, kışın en güzel meyvası da portakal. Peki portakalın insanda güven duygusunu arttırdığını biliyor musunuz? Aslında turunçgillerin hepsi insana özgüven veriyor ve umut saçıyor. Bu nedenle kendimizi güvensiz hissettiğimiz zamanlarda bol bol portakal yemek veya suyunu içmek gerekiyor. Bilinmesi gereken önemli nokta ise, peynir ve kırmızı etin güvensizlik duygusunu arttırdığı. Bu durum geçene kadar bunları biraz unutalım.

YORGUNLUĞA BEZELYE
Akşam eve geldiniz. Kıpırdıycak haliniz yok, çalışmaktan, bütün gün koşturmaktan yoruldunuz, yıprandınız mı? Yemek yemeye bile haliniz olmasada bezelye yemeyi deneyebilirsiniz. Bezelye yorgunluğun en iyi ilacıdır.

DÜŞ KIRIKLIĞINA KEREVİZ-HAVUÇ
Kötü bir gün geçirdiniz. İşinizde ya da yaşamınızda hayal kırıklığına uğradınız. Durun hemen endişelenmeyin, kereviz ve havuç ikilisi kaybolan hayellerin, düş kırıklıklarının yaralarını sarmaya birebir geliyor. Çoğumuz kerevizi sevmeyiz ama size vereceğim tarifi mutlaka deneyin. Seveceğinize eminim.Bir adet kerevizi soyup rendeleyin. Hemen biraz sarımsaklı yoğurtla karıştırın. İçine kırılmış cevizde ekleyebilirsiniz, tercih size kalmış. Üstene zeytinyağı gezdirip biraz kuru nane serpip servis yapın. Afiyet olsun.

ÇEKİNGENLİĞE KARŞI MERCİMEK
İçine kapanık çekingen bir yapınız mı var? Merak etmeyin bunun da çaresi doğada var. Mercimek, evet evet mercimek. Çekingenlik duygusunun ortadan kaldırılmasında size en büyük yardımcı. Hem aynı zamanda mercimek sizi zinde tutmaya da yardımcı bir besin.

AGRESİFLİĞE CEVİZ
Son günlerde saldırganlığınız arttı, herkes nekadar agrasif olduğunuzu mu söylüyor. O zaman biraz ceviz yemeyi deneyin. Cevizin sakinleştirici etkisi saldırganlığınızı ve agrasifliğinizi kontrol altına almanıza yardımcı olacaktır.

ENDİŞE HALİNE MARUL
Üzerinizdeki endişeyi atmak, hata yapabileceğiniz saplantısını aklınızdan çıkartmak için kıvırcık marula güvenebilirsiniz. Marul aynı zamanda vitamin ve mineral deposudur.

SIKINTIYA DOMATES
Yalnızsınız, içinizde anlam veremediğiniz bir sıkıntı var. Rahatlamak için domates, patlıcan, biber, patates, yumurta ve karnıbahar yemeyi deneyin. Kendinizi iyi hissedeceğinize emin olabilirsiniz.
KEYİF İÇİN SOĞAN
Hiçbir şeyden memnun olmuyorsanız, keyfiniz yoksa işte size mucize sebzeler, soğan ve pırasa. Kokusuna aldırmadan yiyin ve keyiflenin.

DEPRESYON İÇİN MAYDANOZ
Son günlerde yaşadığınız kötü olaylar üst üste birikti ve kendinizi depresyonda mı hissediyorsunuz, bol bol maydanoz yemeyi deneyin. Öfkeden patlayacak duruma geldiğinizde ise tek yapmanız gereken, makarna, ekmek ve taze sebze-meyve yemek.


KARASEVDA ÇEKENLER
En güzel çözüm kendinizi üzmemeye çalışmak. Zihninizi oyalayacak işlere yönelmek ve tabiki kesinlikle pirinç ve şekerden uzak durmak. Bu iki gıda kendinizi daha da kötü hissetmenize sebep olacaktır. Her ikisi de melankoliyi arttırıcı özelliğe sahip.

ÖFKELİYSEN
Peki kendinizi öfkeli, sinirli mi hissediyorsunuz? Hani derler ya burnundan soluyor. Tam da bu tarife mi uyuyorsunuz. Bu durumda sizi daha da uyaracak güce sahip olan çay, kahve ve şaraptan kesinlikle uzak durun.
Continue >>>

Kısa Kısa....


*Şanlıurfa'da uğradığı silahlı saldırı sonucu başından yaralanan bir kişi kaldırıldığı hastanede görevlilerin sedyeden düşürmesi sonucunu hayatını kaybetti. Adamların açıklaması çok ilginç "böyle kazalar olur"
Pes ya, adam öldü öldü, sen gel başından vurul belki de kurtulucaksın, ama iki sakar yüzünden hayatından ol.

*Avustralya'da askeri dalgıç'a dev bir köpek balığı saldırdı. Avının ağır yaralayan köpek balığı, son darbeyi vuracağı sırada hiç ummadığı bir sonuçla karşılaştı. Adam yumruk darbeleriyle köpek balığını kaçırmaya başardı.
Köpek balığı yanlış kayaya çatmış bu kez. Sen bir baksana adam senin dişine göre mi, değil mi, askeri eğitim almış adam? Hiç aklından geçermi, sen yumrukla kaçır hayvanı, iyi cesaret doğrusu.

*Hindistan'daki devlet hastanelerinden biri ücretsiz göz ameliyatı yapmış. Mikroplu göz damlası kullanılan ameliyatların sonucunda 22 kişinin ya iki gözü ya da tek gözü kör olmuş.
Hayır mı, yoksa şer mi, anlayamadım ben bu işi.

*Cumhurbaşkanı Gül'ün oğlu 15 yaşında internet firması kuruyor, 17'sinde babasıyla Suudi Arabistan'a yaptığı geziye iş adamı sıfatıyla katılıp, Araplarla iş anlaşmaları imzalıyor.
Senin baban Cumhurbaşkanı'mı kardeşim, tabi ki kıyak geçecek oğluna.

*Malezya'da polis Raj kardeşlerden birinin üzerinde içinde yüklü miktarda afyon ve marihuana bulunan bir evin anahtarını buldu. Ancak kardeşler tek yumurta ikizi olunca polis anahtarı hangisinin üzerinde bulunduğu konusunda ifade veremedi. Mahkemede suçluyu tespit edemediği için iki kardeş idam cezasından kurtuldu.
Bizde de bazı soyguncuların, siyasetçilerin ikimizi var acaba, yargı bir türlü kim suçlu kim suçsuz ayırtedemiyor.

*Yüksek Seçim Kurulu Tuceli'de dağıtılan eşyaların seçim rüşveti olduğunu açıkladı.
Evet, bakalım şimdi hangi babayiğit savcı çıkıpta suç işliyorsunuz diyebilecek.

*Maliye Bakanı Unakıtan kalp ameliyatı için Amerika'da Cleveland Clinic'e yatmış.
Sayın Bakan hastane masrafları yumurtadan mı? Mısırdan mı? Yoksa devletimin kasasından mı? Yok hani benim tabi olduğum SGK burdaki hastane masraflarını bile karşılamıyor da ondan.
*Sakarya'da cuma namazı sırasında kalp krizi geçiren bir vatandaş için çağrılan ambulans geçikince taksiyle hastaneye kaldırıldı ve yaşamını yitirdi. Ambulansın geç gelme nedeni şoförü cuma namazındaymış!!!
Adam namazı bırakıp hasta mı taşıyacak, durduk yere günaha sokmayın insanları. Olsun canım ne var hastaneye yetiştirimedi cenaze namazına yetiştirir.
*Başbakan sürekli medyaya boykot çağrısı yapıyor. Sonrada çıkıp benim silahşörüm dediği birkaç Liberal aydın yetiştiriyor, kendi yandaş medyasını oluşturuyor.
Kaç gazete kaldı Erdoğan senin yandaşın olmayan. Kim neyi yazacak, neyi söyleyecek.
Continue >>>

FORTİS TÜRKİYE KUPASI


Fortis Türkiye Kupası'nın kuraları dün çekildi, kura sonuçlarına göre eşleşmeler şöyle oldu. Fenerbahçe-Sivasspor, Ankaraspor-Beşiktaş.
Çift maçlı eleminasyon sistemine göre yapılacak maçlar 4 Mart ve 22 Nisan tarihlerinde oynanacak. Sivasspor ve Ankaraspor için bir dönüm noktası niteliğinde olan maçları kazanmaları halinde tarihe geçmişte olacaklar. Çünkü her iki takımda ilk kez yarı finale çıkma başarısı gösterdi.
Ben bir Fenerbahçeli olarak maç sonunda bizim takımın kazanacağı konusunda ümitsizim. Herkesin bildiği gibi Fenerbahçenin kupada yüzü hiç gülmüyor. Öyle ki ben en son Türkiye Kupasını nezaman aldılar onu bile hatıralamıyorum. Sanırım yaşım yetmiyor buna.
Turkcell süper lig sonuçlarına baktığımızda da çok istikrarlı bir gidişat sergilemeyen sarı kanaryalar kupada ne yapar meçhul. Gönlüm tabiki Fenerbahçe'nin kazanmasından yana ama Sivasspor'un kazanması halinde çok da üzülmem açıkçası.
Çünkü geçen sene yiğidoların şampiyonluğu son maçlarda kaybetmeleri kötü olmuştu. Şanssızlık olsa gerek ya da acemilik mi bilmiyorum? Çünkü UEFA kupasında da pek bir varlık gösterememişlerdi. Bu sene galip gelen takımın alacağı para 200 bin dolar olarak açıklanırken, beraberlik halinde 120 bin dolar alacaklar. Ayrıca tur atlayan takım 250 bin dolar daha alacakmış. Tabi bir de UEFA kupasında ülkemizi temsil hakkı kazanıyor. Ama kupayı alan takımdan birisi ligi şampiyon tamamlarsa bu defa şampiyonlar ligine gidecek ve finalde yenilen takım UEFA'ya gitme hakkı elde edecek. Ankaraspor-Beşiktaş maçının sonucu ne olur bilemem, ama dedim ya ben büyük takımlar yerine Anadolu takımlarının kazanmasından yanayım. Yani ben finalde Sivasspor-Ankaraspor maçını izlemek isterim. Bu durum her iki takımımız içinde çok büyük bir motivasyon olur. Aynı zamanda kasalarına da destek tabiki.
Sonuçta kim kazanırsa kazansın herkes televizyonlarının karşısına geçip oturduğunda keyif içinde, dostça, fairplay kurallarına uygun maçlar izlesin. Dört takımımıza da bol şanslar.
Continue >>>

Recep'in gafları


29 Mart yerel seçimlerine az bir süre kaldı. Tüm siyasetçiler mitinglerde boy gösterip çam üstüne çam devirmeye, tarih yazacak gaflar yapmaya devam ediyorlar. Bunlar arasında en ünlüsü şüphesiz ki Başbakan Erdoğan'dır.

Ben de her akşam acaba bugün ne gaf yaptılar diye televizyonun karşısına oturup onları bekler oluyorum bu günlerde. Erdoğan sadece seçim mitinglerinde değil, başbakanlığından önce de, sonra da tüm konuşmalarında gaf yapmakla meşhurdur. Yani bunlara gaf demek nekadar doğru olur bilmiyorum, çünkü bazı söylemleri zaman zaman gaftan çok öte haddini aşan konuşmalara dönüşüyor. Sanırım Başbakan tüm gece aklından geçirdiği düşüncelerini açığa vurmamak için kendini zorluyor zorluyor ama nereye kadar ket vurabilirsiniz. Kürsüye çıkıp da konuşmaya başladı mı susturabilene aşkolsun. Çünkü dur durak bilmeden, düşünmeden konuşuyor, maşallah Kasımpaşalı olduğumuz için argo kültürümüz de yerinde başlıyor ard arda sıralamaya gaflarını.

Belki de bilerek yapıyor insanlar ne düşündüğünü bilsin istiyor. Gerçi siyasi tarihimize baktığımızda sadece Erdoğan'la sınırlı değil gaf yapanlar. Geriye dönüp şöyle bir baktığımızda neler var neler. Tansu Çiller'den tutunda, Demirel'e, Baykal'a kadar bir sürü isim aklımıza geliverir. Öyle ki adına fıkralar yazdığımız Akbulut gibi bir siyasetçiyi bile tarihe gömdük. Kimler geldi kimler geçti misali. Ama ülkemiz böylesine fütursuzca konuşan bir siyasetçi, böyle bir Başbakan görmemiştir.

Türkiye Cumhuriyeti'nin bir ferdi olarak ülkenin Başbakanı konuşurken söylediklerinden utanç duyduğum çok olmuştur. Bu Başbakan beni temsil ediyor olamaz diyorum. Hepimizin kalbine ok gibi saplanmış sözlerini unutmak mümkün değil. Çünkü bazı söyledikleri artık haddini aşan, insanları kıran, inciten, üzen konuşmalara dönüşüveriyor. Ne yazık ki bir Başbakan'da olması gereken nezaket, incelik Recep Tayyip Erdoğan'da bulunmuyor. Bir Başbakan hangi siyasi görüşten gelmiş olursa olsun, ideolojisi ne olursa olsun, üslubuna dikkat etmek zorundadır. Ben siyasetçiyim ben Başbakan'ım tüm güç bende dercesine konuşma hakkına sahip değildir. Gerçi bu dönem siyasal İslamcıların hepsinin ortak noktası ağızlarının bozuk oluşu. Bu çıkardıkları gazetelerden de, gazetede çalışan gazeteci sıfatındakilerde de apaçık ortada. Bizim başvekilde bu gruptan geldiğine göre kendisi için normal bir durum. Ama siyasi areneda hoş karşılanmayan bir tarz.

İktidara geldiklerinden bu güne kadar geçen zaman içerisinde Erdoğan'ın sinirli bir kişilik yapısına sahip olduğunu az çok hepimiz öğrendik. İşler istediği gibi gitmeyince, damarına basılınca, aksilikler yaşanınca, ağzını bozmaktan çekinmeyen birisi. Hatta en son Sinop yapılacak olan açılışta yetkilinin açılışı yapamayacağız demesi üzerin "şimdi bana küfür ettireceksiniz" dediğini hepimiz duyduk. Etseydiniz, ne acıdır ki insanlar bu tür hoş olmayan sözleri bir Başbaka'nın ağzından duymaya alıştı. Ben kendi adıma o küfür ettireceksiniz lafını duyunca "yuh daha neler" demedim desem yalan olur.

Başbakan bulunduğu yeri, konumu unutup kabul edilemeyecek davranışlar içine giriyor. Ben bunları dinlerken utanıyorum, acaba kendisi akşam haberleri izlerken utanç duyuyor mudur? Sanmıyorum. Şehitlerimize kelle diyen, terörist başına Sayın diyen birinden utanma beklemek yanlış olur. Gerek çiftçilerle, gerekse şehit analarıyla girdiği diyalogları hepimiz çok iyi biliyoruz. Şehit olan askerlerin ardından "askerlik yan gelip yatma yeri değildir" diyebilen, İzmir'i ilk yapılacak seçimlerde AKP'li yapacağını belirtmek için "gavur İzmir" diyebilen, Antalya'da CHP zihniyetinin çakılı bir kazığı dikili bir ağacı yok derken aslında Baykal'a değilde Atatürk'e dil uzatacak kadar üslupsuzca bir tavır sergileyen, seçim isteyen rektörlere "haddinizi bilin edepsizler" diyebilen, 10 Kasım'da düzenlenen törenlerde yapılan saygı duruşlarına "sap gibi duracaksınız da ne olacak" diyebilen, elhamdülillah şeriatçıyız, tekkeye değil dergaha gittim, Cumhurbaşkanının İmam Hatipli olacağı günler yakındır diyebilen bir Başbakan olur mu?

Başbakan olmadan önce söyledikleride öyle yenilir yutulur cinsten değil.

Şimdi yorumsuz olarak bir iki örnekle söylediklerini şöyle bir sıralayayayım bakalım sonuç ne çıkacak.

Yabancılara toprak satışının arttığı dönemde; "Türkiye'yi pazarlıyorum, herşeyi satarım, parayı veren düdüğü çalar. Aldıkları toprakları yanlarında götürmüyorlar ya!" Erzurum'da çiftçilerle diyaloğu:"Yahu bu millet yatıp kalkıp sizemi çalışacak" Seçim meydanında bir vatandaşa:"Dur dinle be! dur dinle! 9 ay 10 gün be!" Mersinde başka bir vatandaşa:"Ulan terbiyesizlik yapma, artistlik yapma ulan! hadi ananıda al git burdan!" Bir toplantı da işsiz oğluna iş isteyen babaya:"Senin oğlunda işsiz kalsın" ayy duramıycam, seninkiler gemicikleri, pırlantacıkları götürürken kimse demiyor sana seninkiler işsiz kalsın diye. Rauf Denktaş'a:"Neyseki yaşına başına saygı duyuyorum, ağzı olan konuşuyor". Mecliste muhalefet milletvekiline:"Sallama elini, kolunu sallamaaaa.... her yerin oynuyor", "Suriye'yi Lübnan'dan çıkardıkları gibi, bizi de Kıbrıstan çıkartırlar. Birileri bize çıkın der, bizde kuzu kuzu çıkarız". Bir süre önce "tarih bilseler, konuşmaya yüzleri olmaz" diyen bir Başbakan'ın kalkıpta Kılıçdaroğlu'nu diyojene benzetmesi ama hangi diyojen olduğunu kimsenin anlamamış olması, kendisinin tarih bilgisinin nekadar yüce olduğunu gösterdi.

Yüzyıllardır hepimizin "ufak at civcivler yesin"i, "ince at kargalar yesin" yapışı, Faruk Nafiz Çamlıbel'in şiirini Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın diye okuması, en son olarak "eşek ölür kalır eseri" esküzmiii, pardon "eşek ölür kalır semeri , insan ölür kalır eseri"... Yukarıda sadece birazını sıraladığım söylemlerinin gafmı olduğuna siz karar verin.

Bunlar bir Başbakan'a yakışan sözler mi sizce. Acaba Başbakan burada halka bakın bende sizden biriyim mi demeye çalışıyor. Ama unutuyor ki Türk halkı kalkıpta bir topluluk önünde kendisinin sarfettiği sözleri söylemez. Hani başta demiştim ya kimler geldi, kimler geçti diye biraz da bunların yaptığı gaflar bir göz atalım. Göz atalım ki aradaki fark apaçık çıksın ortaya. Mesela Tansu Çiller. Ne kadındı, hepimizi kırdı geçirdi gülmekten yaptığı gaflarla.

Zabıtayı selamlarken "merhaba asker" demesini, Haydar Aliyev'e "Haydar Ali Bey" demesini, Samsunu il yapmasını, Trabzon'u Akdenizin incisi yapacak olmasını, allahı bizlere emanet etmesini, çekiç güç yerine çekici güç, kıratı hatırlayamayıp ak at, beyaz at demesini hangimiz unuttuk. Ama benim unutamadığım bir gafı var ki hala çok gülerim. Mecliste Mesut Yılmaz'a "Mesut Yılmaz iktidarsızdır!!!" demesi unutulmaz herhalde.

Peki herkesin sevgilisi Demirel onun gaflarını hatırlayan var mı? "Millete plan değil pilav lazım", "Türkiye'de petrol vardı da, tankerlerin hortumlarına ağzımızı dayayıp bizmi içtik" bunlar benim bulabildiklerim. Rahmetli Adnan Menderes'in bir sözü varmış onada çok güldüm; partisinin gücünü anlatmak için "Odunu koysam milletvekili olur" demiş. Baykal'ın yaptığı gafta gaf hani. Sivas'ta Aşık Veysel'i anma gecesinde yaptığı konuşmada:"Aşık Veysel, Çorumdan çıktı geldi" demesi sanırım tüm Sivas'lıları hem üzmüş hem de güldürmüştür.

Türkiye'de görev yapmış tüm siyasetçilerin zaman zaman dil sürçmeleri olmuştur. Ama Erdoğan gibisi gelmemiştir bu ülkeye. Başbakan sağa sola laf yetiştirmeye çalışmaktan, kürsüden yaptığı konuşmalar esnasında halkla diyaloga girmekten vazgeçse iyi olur, seçimlere az bir süre kaldı. Ülkede işsizlik, yolsuzluk almış başını gidiyor. Krizden herkes nasibini aldı. Acaba tekrar belediye seçimlerini alırlarsa, ülkenin içinde bulunduğu bu vahim durum için bir çözüm planları var mı? Yoksa nasıl geldiyse öyle gider mi diyecekler.

Şimdi tüm bunların gafmı yoksa bilinçli mi söylendiğine siz karar verin.
Continue >>>

TOSUN PAŞA


Kemal Kılıçdaroğlu bir süre önce Başbakan Erdoğan'a "Ekrem Tosun'u tanıyor musun?" diye sormuş, Erdoğan'da hiç bir şekilde tanımadığını ifade etmişti. Ekrem Tosun bu gelişmeler üzerine Atasay firmasının mali müşaviri olduğunu, Erdoğan'ın büyük oğlu Necmettin Bilal Erdoğan ve küçük oğlunun eşi Sema Erdoğan'ın ortağı olduğu Atagold firmasında onların vekili olduğunu açıkladı. Erdoğan şimdi de oğlunun ve gelininin şirket ortaklıklarından da haberi olmadığını söylerse hiç şaşırmam. Gerçi şirket sahibi Cihan Kamer çocuklarının ve eşinin de ortak olduğu şirkete Erdoğan'ların ortak olmasını kendisinin istediğini söylemişti. Neden Erdoğan'lar peki? Arkasında devletin gücü bulunmasının ona ne gibi bir getirisi olabilir? Ya da 1 Ağustos 2004'de çıkarılan yasayla değerli madenlerden alınan %18 KDV'nin sıfıra indirilmesinin karşılığı mı? Teşekkür mahiyetinde yani.
Gerçi kaldırılan KDV oranı %18 ne ki, ÖTV alınıyormuş kaldırılan KDV yerine. Bizler onların ödemediği KDV'yi ekmek, su, ilaç, makarna, simit gibi aldığımız ihtiyaç maddelerine ödüyorken, onlar pırlanta, elmas, inci v.b. birçok değerli madenlere KDV ödemiyorlar. Zaten biz de her gün ekmek, su, makarna mı alıyoruz ki? Sabah kahvlatısında elmaslı tost, öğlen pırlantalı inci dolması, akşam yemeğinde ise zümrüt, safir, yakut karışımı hafif bir salata yapıp geçiyoruz masanın başına. Yahu bunlar adamla dalgamı geçiyor.

Başbakan Erdoğan "yakın dostum" dediği Kamer Bey'e ayıp etmiş valla, insan bir iyilik yaptımı tam yapar, alma ÖTV olsun bitsin. Hem oğlun ve gelinin de daha çok kazanmış olurlar. Bunlar da utanmadan çıkıp bizden KDV almıyorlar ama ÖTV ödüyoruz gibi komik bir açıklama yapmak zorunda kalmazlar. Ben telefon faturama hem KDV hem de ÖTV ödüyorken (ki ozaman sadece deprem yaralarını sarmak için çıkarılmıştı ama baktılar ki gelir güzel her yıl uzat gitsin durumuna geldi, ee malum büyük İstanbul depremi yaklaşıyor ona hazırlık mahiyitende birikim yapıyorlardır.)

Halk sizden daha mı zengin Kamer Bey, millet açlıktan kıvranırken, siz değerli maden işi yapıp valla kazancımız öyle çok birşey değil diyeceksiniz, zaten vergisi falanı filanı bir sürü gider düşünce pek birşey kazanmıyoruz diyeceksiniz, sizin işsizlik oranlarındaki artıştan, ekonomik krizden haberiniz yok sanırım. Ama doğru yakın dostunuzunun dediği gibi "Hamdolsun ki kriz bizi teğet geçti". Gerçi Atalgold firmasının ÖTV ödeyip ödemediğinden de emin değilim, çünkü "firmamızın tek bir mağazası var o da Atatürk Havalimanı içinde bulunan serbet bölgede" diyorlar. Acaba serbet bölgelere getirilen ÖTV'den muafiyet yasasından Atagold'da yararlanıyor mu acaba? Onu açıklayan yok. Canım sizde bırakın ondan da yararlansın adamlar baksanıza ağlanıp duruyorlar yoksa onlarda halk gibi açlık sefalet içinde mi yaşasınlar yani. Eşe, dosta böyle kıyaklar yapılır Erdoğan Bey. Aynı yetkiler şu an içinizden birinin elinde olsa sizde aynısını yapardınız emin olun. Ne de olsa bir tarafta firmanın %50 hissedarı olan yakın dostu Cihan Kamer, diğer tarafta %50 hisseye sahip mahdumları ve küçük mahdumun zevcesi, siz düşünün artık.

Cihan Kamer denen kişi aynı zamanda Erdoğan'ların resmi kuyumcusu niteliğinde(2004 yılında değerli madenlerden alınan KDV'nin sıfıra indirilmesiyle kalkınan bir kaç kuyumcudan birisi). Erdoğan'ların düğün takılarının tümü Atasay firmasından alınıp, yine ne hikmetse Atasay firmasında hurdaya çevriliyor. Ve çevrilen bu paralar ihtiyacı olduğu için oğul Erdoğan tarafından baba Erdoğan'a borç! olarak veriliyor. Başbakan Erdoğan'da mal bildirim beyanının borç kısmında bunları oğluna borcu var diye açıklıyor. Şimdi nasılda üzüldüm, aldığı maaşla bukadar yüklü bir borcu nasıl öder ki Başbakan, hani diyorum milletçe yardım yapmayı severiz ya şöyle Erdoğan'ın borcuna da bir el atsak mı ki!

Neyse Başbakanın böyle akıllı çocukları varken sırtı yere gelmez. Pırlantacıklar, gemicikler ve daha bilmediğimiz ne ....ciklerle kendilerini ve babalarını geçindirirler.

Ülkemizde en üst mevkilerde bulunan yetki sahibi insanlar yakınlarının, eşinin, dostunun ortağı olduğu ticari işlerine neden karışırlar, onları kayırırlar anlamak zor, zaten anlamaya çalışmak da pek akıl karı değil doğrusu. Tek açıklaması var bana göre can, can illede önce can.....
Continue >>>

Eyvah, bir Liberal'e aşık oldum!


Çoğu kişi için normal sayılan bu durum benim gibi Atatürk'çü biri için pek normal olmasa gerek.
Hain kişi n'olcak ilk tanıştığımızda bana Liberal olduğunu söylememişti. Kendine aşık etti sonra öğrendim ki bizimkisi Liberal'miş. Şaka bir tarafa siyasi konularda konuştuğumuzda her ikimizin de sesinin yükseldiği zamanlar olmuştur. Ama ilerleyen zamanlarda onu da aşmasını bildik. Şimdi o benimle Anıtkabir'e gelir, bende onunla Liberal'lerin toplantılarına katılırım. Ne o Atatürk'çü oldu ne de ben Liberal oldum. Ara ara ikimiz de biribirimizi döndürmek için yeltendiysek de nafile sonuç çıkmaz bundan, ne o burnundan kıl aldırır, ne de ben...

Demek ki, insanlar gerçekten birbirini sevince görüş ayrılıkları bir süre sonunda nötralize oluyormuş. Bu ilişki bana bunu öğretti.

Aslında size ilk tanışmamızdan kısaca bahsedeyim. Benim deli gibi "Bir yıldız hediye edecek kimsem yok" diye ortalıkta dolandığım günlerden birinde (14 Şubat'a az bir süre kalmıştı ve ben yine yalnız girmeyi planlıyordum) zat-ı muhteremle tanıştım. O bana yıldız hediye edebileceğini söylüyordu, gerçekten de sözünde durdu ve 13 Şubat sabahı bana bir yıldız hediye etti (hala boynumda taşıyorum). Arkadaşlığımız ilerledi ve bir baktık ki biz sevgili olmuşuz. Laf aramızda daha ilk tanıştığımız günlerde de hoşlanmıştım ama o'na söylememiştim.

Aslında tanışmamız tam olarak hangi tarihte bilmiyoruz, bizde yıldızın bana ulaştığı tarihi kabul ettik ve 13 Şubat'ta bizim birinci yılımız olacak. 14 Şubat'ta Sevgililer Günü.

Bir yılımız iyisiyle kötüsüyle geride kaldı. Mutlulukların, sevinçlerin yanında birbirimizi üzdüğümüz, kırdığımız günler de oldu. Yok yere tartışmalarımız oldu ancak hiç birşey bizi ayırmadı, o sıcacık el yüreğinize değdimi tüm olumsuzluklar unutulup gidiyor, sevgi tümünün üstesinden geliyor, yeter ki siz birbirinizin elini bırakmayın.

Aaa bu arada siz sakın yazılanlara bakıp da bizi aynı şehirde yaşıyor sanmayın, biz aynı şehirlerde yaşamıyoruz. Birimiz Ankara, birimiz İstanbul'dayız. Yani mesafeler de aşka, sevgiye engel olamıyor. Sadece sık sık seyahat ediyoruz. Artık Ankara İstanbul arasını gözüm kapalı bulabilirim. Başka zaman olsa 453 km mesafe çok yorucu ve uzak gelebilir. Benim için İstanbul içinde bir yerden bir yere gitmekten daha kolay. Tabi güzel yolculuğun güzel yanı karşı tarafta sizi bekleyen sevgi dolu, kocaman, sıcacık bir kalbin olması. "Biri bana gelsin o da sensin...."
Böyle işte, bir Liberal ve bir Atatürk'çü 453 km mesafeden nasıl olur da bu ilişkiyi devam ettirir. Çok basit AŞK, SEVGİ.

İyi ki hayatımın bir yerine dahil oldun. Birinci yılımız kutlu olsun canım.

Herkesin Sevgililer Günü kutlu olsun, unutmayın aşka, sevgiye engel mesafe konmuyor.
Continue >>>

Ayrılık türküsü


Yüksek yüksek tepelere diye başlayıp acıklı bir şekilde devam eden türküyü bilmeyenimiz yoktur. Ayrılığı en güzel şekilde anlattığı için mi, yoksa başka sebeple midir bilinmez, yurdumuzda kına gecelerinde gelinleri ağlatmak için mutlaka söylenen türkülerden biridir. Hikayesi de türkünün sözlerinden anlaşılacağı üzere acıklı bir ayrılığı anlatır. Şimdi önce türkümüzün sözleri sonrada hikayesi.... Bakalım daha kaç genç kız gelin olurken bu türküde ağlacak.



Yüksek Yüksek Tepelere
Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar
Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler
Annesinin bir tanesini hor görmesinler
Uçan da kuşlara malum olsun
Ben annemi özlerim
Hem annemi hem babamı
Ben köyümü özlerim
Annemin yelkeni olsa açsa da gelse
Babamın bir atı olsa binse de gelse
Kardeşlerim yolları bilse de gelse
Uçan da kuşlara malum olsun
Ben annemi özlerim
Hem annemi hem babamı
Ben köyümü özlerim

Herkes tarafından bilinen bir öyküdür. Eski zamanların birinde Zeynep adında çok güzel bir kız varmış. On altı yaşına yeni bastığı günlerde Zeynep'i köyündeki bir düğünde yabancı köylerden gelen Ali isimli bir genç görür. Ali Zeynep'i çok beğenir ve köyüne döndüğünde durumu büykülerine anlatır ve kızın babasına hemen görücü gönderir. Kızın ailesi görücüye olumlu cevap verir gönderirler. Kısa bir zaman sonra Ali ve Zeynep'e düğün yapılır. Ali, Zeynep'i alıp aşırı köyüne götürür.
Ali'nin köyü ile Zeynep'in köyünün arası üç gün üç gece mesafededir. Köylerin uzak oluşundan dolayı Zeynep, anasını babasını ve kardeşlerini yedi yıl boyunca göremez. Anne, baba, kardeş özlemi Zeynep'in yüreğinde günden güne artarak dayanılmaz bir hal alır. Köyün yeksek bir tepesinde bulunan evinin bahçesine çıkarak ailesinin olduğu köyün tarafına dönüp için için kendi yaktığı türküyü söyler. Türküyü söyledikçe sıla özlemini de gidermeye çalışırmış. Ama Zeynep'in kocası onun bu özlemine pek aldırış etmez. Artık Zeynep'i de eskisi kadar sevmemektedir. Bu yüzden onu fazlaca horlamaya, eziyet etmeye başlar. Sonunda sıla hasreti, aile özlemi ve kocasının horlaması Zeynep'i hasta edip yataklara düşürür.
Gün geçtikçe hastalığı artan Zeynep'in düzelmesi için, köylüler anasının babasının çağrılmasını önerirler. Artık başka çaresinin kalmadığını anlayan Zeynep'in kocası da anasına babasına haber vermeye gider. Altı gün altı gecelik bir yolculuktan sonra bir akşam üstü Zeynep'in anası babasını da yanlarına alarak köye geri gelir. Zeynep'i yatakta ağır hasta bulan annesi, babası gördüklerine inanamazlar. Zeynep perişan bitkin bir halde hala türküsünü mırıldanmaktadır. Aynı türküyü anasına babasına da söyler. Hem Zeynep'in içler acısı hali hemde söylediği türkünün sözlerinden dolayı çevresindeki bütün köy kadınları duygulanıp göz yaşı dökerler. Annesi de fenalıklar geçirir ve bayılır.
Zeynep hasretini giderir gidermesine ama artık çok geç kalınmıştır. Bir daha Zeynep'ten hayır gelmez ve sonu ölümle biter. Herkes Zeynep için göz yaşı döker. İşte o gün bu gündür ayrılığın hüznün türküsü olarak söylenip günümüze kadar gelir.

Continue >>>

Gebelikteki Batıl İnanışlar


Bebeğin cinsiyetinin önceden tahmini yüzyıllar boyu hep merak konusu olmuştur. Kimi fallara, yıldızlara, medyumlara hatta büyücülere giderek bebeğin cinsiyeti hakkında onlardan medet ummuştur. Ta ki ultrasonografi keşfedilene kadar. Eksi yemekten, tatlı yemeğe, yastık altına altın yüzük, bıçak saklamaya kadar çeşit çeşit inanç vardır. Bu inanışların yurdumuzda yangın olmasının yanı sıra bir çok Avrupa ülkesinde de benzer inanışların olduğunu duymuştum. Ultarason keşfedilinceye kadar eskiler zamanında bu işi nasıl yapmışlar, meraklarını nasıl gidermişler bir bakalım isterseniz. Aşağıda sıralayacağım inanışları okuyunca bir çoğunuzunuz “aaa evet bende hamileyken aynısını yapmışlardı” dediğinizi duyar gibiyim. Henüz yeni hamile olanlar, bebeğin cinsiyetini bilmeyenler önce yazıyı bir okuyun ve sonra deneyin ya da geçin aynanın karşısına kendinizi inceleyin bakalım tahminleriniz ne kadar doğru çıkacak.
* Kız bebekler annenin güzelliğinden çalar.
* Gebe kadına gözleri kapalı halde anahtar tutturulur, anahtarın kalın kısmını tutarsa erkek, ince kısmını tutarsa kız bebek olacaktır.
* Bebek anne karnında çok hareketli ise kız, az hareketli ise erkektir(paşam ağırbaşlı olacak ya).
* Annenin yüzü genişler ve pembeleşirse bebek kız olur.
* Hamilelikte çok tatlı yiyen erkek çocuk doğurur (malum atasözümüz bile var ye tatlıyı doğur atlıyı).
* Annenin karnı dik olursa erkek, genişse kız olur.
* Baba adayları da annenin gebeliği süresince kilo alırsa bebeğin cinsiyeti kız olur.
* Aynada göğüslerinize bakın sol göğüs büyükse kız, sağ göğüs büyükse erkek olur.
* Çinliler ise işi tamamen yıldızlara bırakmışlar, doğacak çocuğun cinsiyeti Çin takvimine göre tahmin edilir. İlginç bir not düşelim Hindistan’da ultrasonla bebeğin cinsiyetini söylemek yasak.
* Birde gebelikte yaygın olan inanışlar vardır, onları da şöyle sıralayabiliriz.
* Mide bulantısı başladıysa bebek saç çıkarıyordur.
* Sık sık banyo yapmak kötüdür.
* Çok su içmek bebeği kirli yapar!
* Yedi aylık doğan bebek yaşar, sekiz aylık doğan ölür (deli saçması)
* Kadın aş ererde o istediği şeyi yemezse bebek eksik doğar (Kocalardan intikam vaktiiiii)
* Kadın kocasını çok severse ilk doğan çocuk babaya benzer.
* Güzele bakarsan güzel, çirkine bakarsan çirkin çocuğun olur.
* Kültürümüzün bir parçası haline gelmiş bu inanışları daha da çoğaltmak mümkün. Her bölgede farklılıklar göstermekle birlikte benzer özellikler genele yayılmıştır. Ben size en sık duyduklarımı sıraladım. Bebeğinizin cinsiyetini bu yolla tahmin etmek eğlenceli olsa gerek, ama yinede teknolojiyi göz ardı etmeyelim.


Günün Neşesi

Geçen gün akşam vakti dolmuşta gidiyorum, arkadan teyzenin biri bağırdı: "Evladım şu sarı kamyonetin yanında indiriver." Dolmuş şoförü dumur olmuş bir vaziyette: - İyi de teyze, o kamyonet hareket halinde, nerde duracağını nerden bileyim...
***
Geçen sene Hava Harp Okulu'nun sınavı'na gitmek için Bursa Terminali'nde otobüsümü bekliyordum. Bu arada ilginç bir olaya tanık oldum. Adamın teki karısını İstanbul'a yollamak için bir otobüs firmasından bilet almıştı.Fakat otobüs firmasi adama ayyırdığı bileti başkasına satmış. Adam da bu sinirle gişede görevli olan memura şu şekilde bağırıyordu: -"Hepinizi şikayet ederim, ben onu bunu anlamam. Karımı .ike .ike götüreceksiniz İstanbulaaaaa..."
Continue >>>

Şehr-i İstanbul


Şubat ayı’nda olmamıza rağmen havalar çok güzel. Sömestre tatili de bitmek üzere son günleri. Bir düşünün bakalım şöyle ailece veya tek başınıza ne zamandır bir yerlere gitmediniz. Hadi bu sabah güzel bir kahvaltının ardından eşinizi çocuğunuzu alın (bekarlar kızmasın hemen onlarda arasınlar sevgililerini) atın kendinizi dışarı ve şöyle bir İstanbul turuna çıkın. Benim önereceğim güzergah dışına da çıkabilirsin tabiî ki ama ben buraları çok severim. Küçük bir tavsiye olsun benim ki.
Beyazıt’tan Çemberlitaş’a doğru başlayın yürüyüşe, Sultanahmet’e gelince biraz mola verin, boş bir bank bulup oturun, soluklanın biraz, yolumuz uzun. Etrafınıza bir bakın Sultanahmet Camisi, Ayasofya karşınızda. Meydan da Ayasofya ile Sultanahmet Cami’i arasında kalan meydanda gezinin havuzun fıskiyeleri açıksa oturup biraz onları izleyin, suyun sesini dinleyin, kalabalık ve gürültü olsa da huzur verecektir suyun sesi size. Evet biraz dinlendiniz mi? O zaman kalkın bakalım Sultanahmet Cami’sini bir dolaşın, sonra çıkın Ayasofya’ya geçin dolaştınız mı orayı da, hemen yolun karşısına geçin Yerebatan Sarnıç’ını dolaşın. Bırakın sular damlasın üzerinize, arka fondan gelen müziğe kulak verin. Nasıl da huzur dolu bir ortam.
Yerebatan geziniz bitti mi? Şimdi çıkın hemen sola dönüp devam edin Gülhane Parkı’nın kapısına gelince durun orayı es geçmek olmaz. Girin içeri yavaş yavaş yürüyün yolu, sağlı sollu çiçekler, kuş sesleri nasıl da güzel değil mi? Sanki İstanbul değil. Durun sakın geri dönmeyin aşağı Sarayburnu yönüne doğru devam edin, ama kapıdan çıkmadan sağa dönüp çay bahçesine çıkın. Şöyle güzel kenardan bir yer seçin kendinize, söyleyin çayınızı. Çevirin yüzünüzü denizden yana Boğaz Köprüsü’ne doğru boğazdan gelen yük gemileri karşı kıyıdan insanları taşıyan Şirket-i Hayriye’ler, martılar seyreyleyin ve yudumlayın mis gibi çayınızı.
Biraz daha soluklandınız mı? Durmak yok Sarayburnu’ndan ağır ağır devam edin Eminönü yönüne. Galata Köprü’süne devam edin, yoruldunuz mu? Köprünün ortasında durup şöyle bir Şehr-i İstanbul’u seyreyleyin. Balık tutanlar iskelelere yanaşıp kalkan gemiler, martılar, kovalarda oynaşan balıklar…
Nasılda bir koşturmaca içinde insanlar, bu ne karmaşa diyorsunuz değil mi? Olsun siz yılmayın köprü altına inin. Boş masalardan birine kurulup söyleyin balık ekmeğinizi yanında mis gibi bir de soğan. Belki bugün şanslı gününüzdür, bir iki yunus balığı da size eşlik eder yemeğinizi yerken (ben şahidim köprünün altına kadar geliyorlar). Vakit epey oldu ama daha erken diyorsanız ve yorulmadıysanız çıkın köprüyü ya Tophane’ye doğru ya da Galata’ya doğru salının. Eğer tercihiniz Galata Kulesi olmuşsa, kuleyi gezmeseniz bile hemen dibindeki kahveye girin, hava güzelse bahçedeki masalardan birine oturun. Çayınızı söyleyin ve başlayın yudumlamaya, bir yudum da benim için alın. Hemen önündeki meydan da top oynayan, koşturan çocuklara bakın.
Ve günün sonunda huzur içinde tutun evinizin yolunu…….

İstanbul'da olmayanlar bana kızmasınlar. İyi haftasonları.
Continue >>>

Yurdumun İki Valisi


Olmadı Sayın Valim
Tam tası tarağı toplayıp Tunceli’ye yerleşmeye karar vermiştim ki, duyduğum haberle yıkıldım. Tunceli’de dağıtımı yapılan beyaz eşya yardımı durdurulmuş.
Tunceli Valisi Mustafa Yaman’ın Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nca “Her Eve Beyaz Eşya” projesi kapsamında dağıttığı eşyaları görünce ben de Tunceli’ye gidip nasiplenmeyi düşünmüştüm. Dağıtılan eşya öyle pek hafife alınacak cinsten de değil. Buzdolabı, çamaşır makinası, elektrikli süpürge, televizyon, kanepe, fırın, bilgisayar, halı, çatal-kaşık takımları, yemek takımları say say bitmez envai çeşit ev eşyası. Yan bir evin ne ihtiyacı varsa adamlar veriyor. Bu eşyalara sahip olabilmenin tek şartı ise yoksul aile statüsünde bulunmak. İyi güzel de bu zamanda yoksulluğun uğramadığı ev-aile kaldı mı ki?
Sosyal devlet olmanın temel ilkeleri arasında, her vatandaşın onurlu ve en az asgari yaşam düzeyine sahip olması hedefi vardır. Tunceli Valiliği SYDV bu kapsamda iyi bir örnek teşkil etmiştir. Ancak yapılan iş yine yanlıştır. Malları alacağın firmalardan önce teklif alırsın, en iyi teklifi veren firmadan alım işini gerçekleştiririsin, her şeyin şeffaf olur, doğru olanda budur. Öyle saman altından su yürütülmez. Ancak Tunceli Valiliği bunu yapmak yerine şehirdeki iki esnaftan alım yapmayı tercih etmiştir. Bu ekonomik kriz döneminde ihya edilecek iki şanslı esnaf kimdir? Evet başına talih kuşu konan ilk esnafımız Sayın Yaman’ın ailece görüştüğü bir dostu, diğeri ise malum hepinizin tahmin edeceği gibi AKP’li bir esnaf. Yani işin kaymağı yine eşin dostun. Oysa ki Tunceli’de bu işi yapan birkaç esnaf daha varmış. Ancak şans bu işte kura bu iki esnafa çıkmış. Gelelim satın alınan malların tutarına öyle az buz para değil tamı tamına 5 milyon 6 bin 888 lira. Yani iyi bir kazanç sağladı bu kriz döneminde kıyak geçilen iki esnafımız.
Valilik halktan ve bazı siyasetçilerden, sivil toplum kuruluşlarından gelen tepkiler üzerine yardım dağıtımını durdurmuş ve şu an için tekrar ne zaman dağıtım yapılacağı belli değil. Zaten bir süre öncesinde de halk elinde pankart ve dövizlerle oy için yardım istemediklerini belirten protesto yürüyüşleri yapmıştı. Eşya dağıtımı yapılan ile dikkat ettiniz mi? CHP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Kemal Kılıçdaroğlu (AKP’nin kuyruk yarası var ya ) ve Tunceli Bağımsız Milletvekili Kamer Genç’in memleketi. Aslında ne Kılıçdaroğlu ne de Genç AKP’nin adayı değiller, bunların ne için yapıldığı apaçık ortada. Diğer illerde kara kömür dağıtımı yapılırken Tunceli’de niye beyaz eşya dağıtımı yapılıyor, hala anlamadınız mı? AKP daha önceki genel seçimlerde milletvekili çıkaramadığı bu ilden oy almak istiyor. Belki beyaz eşyaları alıp evine koyan halk eşyaların AKPak rengine bakıp AKP’yi hatırlar.
Olmadı sayın Valim olmadı, siyasi bir oyuna alet oluyorsun.
Bu arada dağıtım başlarsa kararlıyım Tunceli’ye gitmeye, kısa günün kârı, belki bir iki eşyada benim payıma düşer.


Bedava Kömür Yerine Bedava Doğalgaz
Şimdi bu da ne demeyin. Evet evet doğru, Isparta Valisi Ali Haydar Öner devletin dağıttığı kömürlerin havanın kalitesini bozduğunu, kentte ciddi boyutlarda hava kirliliği yaşandığını açıklamış. Sen aklını peynir ekmekle mi yedin Sayın Valim, nasıl olurda devletin dağıttığı kömüre laf edersin, kalitesiz dersin, olur mu hiç öyle şey yanlışın var.
Isparta’ya doğalgaz yeni verilmeye başlanmış ve kalitesiz kömürler yüzünden kentte yaşanan bu hava kirliliğine çözüm bulmak amacıyla bir proje üzerinde çalışıyorlarmış. Her mahallede yoksul, maddi durumu yetersiz bir aile ve Şehit ve Gaziler Derneği’nin belirleyeceği ihtiyaç sahibi 10 aileye doğalgaz’ı ücretsiz vereceklermiş. Sanırım tüm yıl boyunca doğalgaz masraflarını değil de sadece evlere doğalgaz sisteminin kurulması için gereken yardımı yapacaktır. Yok eğer öyle değilse Sayın Valim senin doğalgaz fiyatlarından haberin yok sanırım.
Ama yinede Ali Haydar Öner’i gösterdiği bu cesaretten ve çevreye karşı olan duyarlılığından dolayı tebrik etmek gerekiyor. Öyle her babayiğidin harcı değildir devletin dağıttığı kömüre kalitesiz demek….
Continue >>>

Van Minıt


Davos zirvesinde 7 gün önce yaşanan olayı hepimiz biliyoruz. Amerikalı Ermeni asıllı gazeteci David R Ignatius’un yönettiği açık oturumda İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in söyledikleri karşında Başkaban Recep Tayyip Erdoğan’ın kafasının tası attı. Atamayacak gibi değildi de hani, adam göz göre göre yalan söylüyordu. Neymiş efendim “onlar çocukları çok severmiş” seversiniz de ondan mı açtığınız ateşte en çok çocuklar öldü, en çok çocuklar zarar gördü, severdiniz de sizin için çalışan Filistin’li doktorun çocuklarını yeğenlerini onun için mi öldürdünüz?
Başbakan Erdoğan sabır çekerek dinledi, ama bir tarafta Peres, bir tarafta ona alkış tutan salondaki izleyiciler, diğer bir tarafta Ignatius’un yaptıkları dayanacak hali kalmayınca patladı. Zaten Gazze’de olanlar herkesin sabrını taşırmış, canına tak dedirtmişti.
Erdoğan araya girerek ''Sesin çok yüksek çıkıyor. Benden yaşlısın biliyorum ki sesinin benden çok yüksek çıkması bir suçluluk psikolojisinin gereğidir. Benim sesim bu kadar çok yüksek çıkmayacak. Bunu böyle bilesin. Öldürmeye gelince siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz. Plajlardaki çocukları nasıl öldürdüğünüz, nasıl vurduğunuzu çok iyi biliyorum.Şu zulme alkış tutanları da ayrıca kınıyorum. Peki çocukları öldürenleri kalkıp da alkışlamak öyle zannediyorum ki insanlık suçudur'' dedi.
Bir de üstüne üstelik Peres’e 25 dakika konuşma hakkı veren modoratör Başbakan’a 12 dakika verince ipin ucu iyice kaçtı. Recep Tayyip söyleceğini söyledi “Benim için Davos bitmiştir, daha Davos’a gelmem, siz konuşturmuyorsunuz.25 dakika konuştu, 12 dakika konuştum, olmaz”, ve salonu terk etti.
Sanırım Davos Davos olalı böyle racon kesen bir siyasetçi görmemiştir. Ne de olsa bizimkisi Kasımpaşalı. Hatta eli maşalı da olabilir dikkat etmek gerekir bu konuda.
Gazze halkına yapılanlara sessiz kalınması oradaki trajediye kimsenin dur diyememesi de işin diğer korkunç yüzü olsa gerek. Başbakan Davos’taki çıkışıyla Filistin halkının yanında olduğumuzu, onları savunacak bir ülkenin de var olduğunu gösterdi. Verdiği tepkide sonuna kadar haklıdır. (Her ne kadar kendisini pek sevmesem de adam haklı n’apıyım kardeşim).
Ama Osmanlı İmparatorluğu’nun tekrar kurulması, Erdoğan’ın halife olması işte orda durucaksın. Davos’ta sizi savunan Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nun halifesi değil. Bunları birbirinden iyi ayırmak lazım. Bırakın Osmanlı İmparatorluğu tarihin sayfalarında kalsın tekrar canlandırmanın bir manası yok. Osmanlı İmparatorluğu’nun halifeliğin konuyla ilgisi ne karıştırmayalım efendiler. Esküizzmi yani…..
Continue >>>

Kısa Kısa


Hindistan’da 50 cent rüşvet alan doktor hakkında açılan dava 24 yıl sonra sonuçlandı. 3 ay hapis.
Hindistan adalet sistemini tebrik etmek lazım, biz de bavul bavul gidiyor, evrak gelmedi diye soruşturma bile açılamıyor.

Çinli bilim adamları insan embriyosunu başarıyla klonladı.
Aman aman kalsın, kazara bizim başbakan kendini klonlatmaya falan kalkar. İşte o gün yandığımız gündür.

Deniz Feneri e.V. davasında yurtdışında tutuklu bulunan Mehmet Gürhan’ın Zekeriya Karaman’a usulsüz “genel vekaletnâme” verdiği öne sürülen İstanbul 10.noteri İsmet Büyükkılıç hakkında 15 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı.
Bu davadan bir şey çıkmaz. AKlanıp Paklanır bunlar.

Olimpiyat şampiyonu Amerikalı yüzücü Michael Phelps uyuşturucu kullandığı hakkındaki iddiaları kabul etti.
Desenize tevekkeli değilmiş adam uça uça yüzmüş.

Etibank’ın sahibi Dinç Bilgin ve eski 7 eski banka yöneticisi hakkında açılan dava zaman aşımına uğradı.
Maşallah hortumla batır, zaman aşımına uğra kurtul. Harun gibi gelip Karun gibi gitmek bu olsa gerek.

Cumhurbaşkanı Gül Suudi Arabistan’da krallar gibi karşılandı.
Eee, al Gül’üm ver Gül’üm.

Maliye Bakanı Unakıtan’ın beş damarının tıkalı olduğu açıklandı.
Ne var canım altı üstü üj bej damar.

Yunanistan’da hükümetin “Tarıma Mali Destek” politikasını protesto eden çiftçilere polis biber gazı sıkmış. Çiftçiler de buna yangın söndürme tüpleriyle karşılık vermiş.
İki ülke insanı bu kadar mı benzer. Kesin bu çiftçiler zamanında Türkiye’den göçen Rumlardır.

Ocak ayı’nın zam şampiyonu belli oldu. Patlıcannnnn.
Barış Manço’nun “Domates, biber, patlıcan” şarkısındaki bu muhteşem üçlüden patlıcanı ayırdılar. Olacak işmi şimdi şarkıyı nasıl söyleyecez.

Irak’ta yaşayan Yezidiler ABD Başkanı Obama’ya gönderdikleri metupta 1916 yılın’da Osmanlılar tarafından katliama uğradıklarını bildirmişler. Bunun soykırım olarak kabulünü istemişler.
Hadi beyler sıradaki bir-iki, bir-iki sırayı bozmayalım.

İsrailde yapılacak seçimlerde Likud partisi lideri Netenyahu seçilirsem “Haması bitiririm” demiş.
Sen zahmet etme Netenyahu, o işi yapıyorlar zaten sana gelene kadar bir şey kalmaz.

Manisa’da bir çöplükte uçak savar, makinalı tüfek ve mermi bulunmuş.
Artık hiç kimse evinde yemek yemiyor mu bu ülkede.

Continue >>>

"2009 ATLANTA"


Başlığa bakıp olimpiyatlar var diye düşünmeyin olay başka.
Yeni TL’miz çıkalı şunun şurasında bir ay oldu ama gel gelelim bizim her şeyin sahtesini yapmakla ünlü yurdum vatandaşı bunu da yaptı. TL’nin artık sahtesi var. Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz TL çıkmadan önce yaptığı açıklamada, TL’nin güvenlik önlemleri bakımından en güvenli banknotlar arasında olacağını söylemişti.
Dün haberlerde duyduklarımıza göre yaklaşık 10 bin TL değerinde sahte para ele geçti ve ilk sahte TL olarak tarih sayfalarındaki yerini aldı.
TL’deki renk değiştiren holografik şerit folyoyu taklit edemeyen kalpazanlar işi bir grafikerle anlaşmakta buldular. Ama adama gidip de biz sahte para basmak istiyoruz ancak renk değiştiren şeridi yapamadık diyecek halleri yoktu. Şüphelendirmemek için adamcağıza 2009 ATLANTA yazılı kalıpları yaptırdılar, sonrada buradan 20 ve TL kısımlarını alıp bir güzel istedikleri banknotları bastılar. Gözünden bir şey kaçmayan Türk polisi olayı haber alır almaz işe koyuluyor ve bizim uyanık geçindiğini sanan kalpazanlarla işbirliğine koyuluyor. Yapılan pazarlık sonucunda 10 bin TL’yi yüzde 20 komisyonla satmaya kalkıyor uyanık geçinen kalpazanlar. Ve işte süprizzzz polismiş bu adamlar yahu. Hadi güzelim hadi öyle boyundan büyük işlere kalkışma bak n’oldu şimdi hapiste hayal kur dur o paraları okutsaydım n’apardım diye.
Continue >>>

Kanserden Korunmak Mümkün Mü?


4 Şubat Dünya Kanser günü. Dünya Kanser Örgütü’nün aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 40 ülkede yaptığı bir araştırmada, kişilerin kanserle ilgili bilgi ve davranışları araştırılmış. Buna göre Türk toplumunda egzersiz yapanların oranı yüzde 18 olarak belirlenmiş.
Açıkçası bunun için araştırma yapmaya gerek olmadığını düşünüyorum.
Şöyle bir sokağa çıkın durun bir köşede etrafınıza bakın, çok değil yarım saat yeter. Geçenlerin kaç tanesi normal kiloda, ya da 18 yaş altı genç ve çocukların ne kadarı olması gerektiği kiloda.
Dün gazetelerdeki haberi herkes görmüştür. 4 yaşında 40 kilo. O gün bana herkes kilomu sorup durdu 48 kilo dediğim zaman çok zayıfsın dediler. Çünkü onlar çevrelerinde hep kilolu insan gördükleri için ben zayıf, çelimsiz, cılız kaldım. Olsun ben memnunum.
Türk Kanser Araştırma Derneği Başkanı Prof. Dr. Tezer Kutluk Türkiye’de obezite oranının çocuklarda yüzde 8, erişkinlerde ise yüzde 18-25 arasında olduğunu açıklamış. Obezite arttıkça kanser oranı da artıyormuş. Beslenme ve fiziksel aktivitenin kanserle ilişkisi ise yüzde 30-40 gibi yüksek bir orandaymış.
Kanser Derneği bu yılın temasını “obezite ve fiziksel aktivite”, sloganını ise “Hareketli ve Sağlıklı Çocukluğumu Seviyorum” olarak açıklamış. Bu zamanda hangi çocuk sağlıklı ve hareketli acaba merak ettim. Çocuklar tüm gün televizyon ve bilgisayar başında oturuyor. Sadece oturma olsa yemek ihtiyaçlarını bile bilgisayar ve televizyon karşından kalkmadan annelerinin hazırladığı sandviç veya fast food tarzı yiyeceklerle karşılıyorlar. Eee durum böyle olunca dötü göbeği büyütüyorlar. Kedilerimiz köpeklerimiz bile çağa ayak uydurdu, obez oldular!
Bir sözümde kadınlarımıza yani hemcinslerime olacak, erkekler alınmasın sonunda onlara da bir şeyler yazacağım. Biliyorsunuz kadınlarda en sık rastlanan kanser türü meme kanseri ve rahim ağzı kanseri. Daha ne duruyorsunuz bayanlar hemen yarından tezi gidin kontrollerinizi yaptırın. Erkeklere karşı en iyi silahlarınızı kaybetmeyi göze alabilir misiniz? Sanmıyorum evet dediğinizi. O halde napıcaz memelerimize iyi bakıcazzzzzz. Evet sevgili erkekler sizde öyle bize kanser bir şey yapmaz demeyin sizinde prostat kanserine yakalanma oranınız yüksek hemen gidin en çok güvendiğiniz şeyinizi!!! kontrol ettirin.
Herkese sağlıklı bol aktiviteli günler…
Continue >>>

Maşallah Atan Atana


İlk ayakkabı atma olayını Aralık ayının ortalarında ABD Başkanı Bush'un Irak'a düzenlediği veda ziyareti sırasında yaşadık. Iraklı gazeteci Muntasar El Zeydi Bush konuşma yaptığı sırada, sabrının son zerrelerini de kullanırken bir anlık öfke patlaması ve topladığı cesaretiyle ayağından çıkardığı ayakkabısını Bush'a doğru fırlatıverdi. Ayakkabı Bush'un suratında patlamadan teğet geçince ikinci ayakkabıyı da fırlatıverdi ama şansa bakın ki yine Bush'a isabet ettiremedi. Zaten sonrasında yaşananları herkes televizyonlarından izledi. Eminim ki gazetecinin içinde o ayakkabının Bush'a isabet etmeyişinin vicdan azabı hep kalacak. Irak'a veda ziyareti düzenleyen Bush'a Irak halkı ve tüm dünyadaki Bush karşıtları adına veda busesini konduramamıştı.
Önceki gün de yine ayakkabı atma olayı yaşandı. Cambridge Üniversitesi kürsüsünde konuşma yapan Çin Başbakanı Wen Jiabao'ya fırlatılan ayakkabı kürsüye bile yaklaşamadan yere düştü. Benim güzel kardeşim, benim canım kardeşim bir önceki olayı besbelli izlemişsin, dersine çalışsana salonu incele oturacağın yeri seç, akşam ayakkabı atma egzersizleri yap, yap ki attığın ayakkabı isabet etsin, n’oldu şimdi senin de içinde kaldı.
Davos zirvesinde Başbakan Erdoğan'ın Peres'e sert çıkışını Wall Street Journal “Erdoğan Peres'e mecazi anlamda ayakkabı fırlatarak Türk misafirperverliğine leke düşürdü” başlığıyla verdi. Demek ki ayakkabı fırlatma kervanına bizim Başbakanımız da katılmış oldu. Mecazi anlamda olsa bile.
Yalnız benim korkum, Mart ayı geliyor, malum yerel seçimler var, siyasetçilerimiz meydanlara inecek, nutuklar atacak, vaatlerde bulunacak, toplantılar yapacaklar. Benim canım vatandaşım da bu bir iki ayakkabı fırlatma olayına heves edip kürsüdeki siyasetçilere ayakkabı fırlatmaya kalkar mı kalkar. Aman siz siz olun böyle bir olaya kalkışacaksanız antrenmanları aksatmayın. Öyle soğuk soğuk, ısınmadan maça çıkılır mı hiç! Çalışın çalışın durmadan çalışın, süre uzun önünüzde çok günler var daha. Kime ayakkabı fırlatmak içinden geçiyorsa as resmini duvara geç karşısına yap atışını, ta ki isabet ettirene kadar, yılmak yok. Yoksa yarın öbür gün seçimler bitip de istediğin partinin adamı seçilmemiş olursa içinde “ah niye isabet ettiremedim ki” diye bir heves kalmasın. Bir de bizim siyasetçilerden biri var ki şimdi isim vermeyeyim siz hepiniz onun kim olduğunu zaten aşağıdaki yazdıklarımı okuyunca anlarsınız. Eğer O'na ayakkabı atmayı düşünenleriniz varsa bir nasihat vereyim size zırhlarınızı kuşanın öyle gidin. Attığınız o ayakkabı Allah göstermesin isabet etmez teğet geçer de, sizinkinin kafasının tası atarsa ayakkabısını ayağından çıkardığı gibi size fırlatıverir. Yani ayakkabı bumerang gibi size geri dönerse sakın şaşırmayın.
Şimdiden hepinize iyi atışlar dilerim, hadi herkese kolay gelsin.
Continue >>>

İğneci Sebahat Teyze


Çocukluğumun geçtiği mahallede iğneci bir teyzemiz vardı, Sebahat teyze. Babaannemin arkadaşı. Manastır'da doğmuş daha sonra mübadele zamanında Türkiye'ye göçmüşler Atatürk'ü görmüş hoş sohbet bir bayandı. Akşam üstleri hep bize gelir babaannemle birlikte kahve içer dertleşirlerdi. Küçük yaşta çocuk felci geçirmiş vücudunun bir tarafında hastalıktan kalma sakatlığı vardı. Tüm mahallelinin enjeksiyon uygulamalarını o yapardı. Bu konuda eğitimi var mıydı, yok muydu hatırlamıyorum. Ama kimsenin de bunu önemsediğini sanmıyorum. Eczaneden iğnesini alan koşup gelirdi onun kapısına. Ben şahsen iğneden korkan biri olarak yaramazlık yaptığımda annemin "şimdi iğneci teyzeyi alıp geliyorum" sesleri hala kulaklarımda çınlar. Mahallede bir dönemin çocuk korkutmadaki favorisiydi bizim iğneci Sebahat teyze.
Hiç evlenmemişti. Bunun içinde hep annesine ah ederdi. Zamanında bir genci çok sevmiş, karşılıklı uzaktan uzağa hep sevişmişler ama bizim iğneci teyzenin annesi melanet birisiymiş "ben kızımı o çocuğa vermem" diye inat edince baba da razı gelmemiş ve bu iş olmamış. Ondan sonra tamamen kendini kapatmış. İçten içe sadece adının Ali olduğunu söylediği bu genci sevmiş. Onu hiç unutmadığından mı, yoksa hep kendine hatırlatmak istediğinden mi bilmem sürekli ağzında bir manisi vardı:
Alim Alim gül Alim,
Gül dibine gel Alim,
Gül dibine gelmezsen
Akşama karyolama gel Alim
Biz çocuklar bu maniyi duydukmu kıkırdaşa kıkırdaşa koşuşurduk. Aradan kaç yıldı geçti bilmem ama hala Ali adını duysam bu mani aklıma gelir takılır. Sonra ki yıllarda iğne olmak için gelen bir erkek hastası olmuş, tesadüftür ki onunda adı Ali. Eşi yıllar önce ölmüş dul, emekli bir adam. Bu Ali'yede gönlü kaymış bizim iğneci teyzemizin. Ancak kader bu olsa gerek bu defa da akrabalarının ileri gelenleri bu yaştan sonra zaten sakatsın kendine zor bakıyorsun birde bu adamın kahrınımı çekeceksin diye yine karşı çıkmışlar.
O zamanlar bir söz söylemiş "soyadım Felek Allah vurdu bana kocaman bir kelek" kişilerin isimleri, soyisimleri nekadar da hayatlarıyla özdeşleşiyor bazen farkına varmıyoruz.
Kendine ait bir evi vardı, zaman ilerledikçe iyice yaşlandı ve akrabaları evin karşılığında onu bir bakımevine yerleştirdiler. O günden sonra kendisinden bir daha haber alamadık. Aradan yıllar geçti bu gün yaşamıyordur hakkın rahmetine kavuşmuştur. Toprağı bol olsun, çocukluğumunun iğneci teyzesi, Sebahat teyze.....
Kim bilir belki sizlerinde hayatının bir bölümüne dahil olmuş bir Sebahat teyzesi vardır he ne dersiniz?
Continue >>>

Hakkımda

Gezmeyi seven, hayvan sever, kedi delisi...

İzleyiciler

 

POSEIDON ♣ ♣ ♣ Mamanunes Templates ♣ ♣ ♣ Inspiração: Templates Ipietoon
Ilustração: Gatinhos - tubes by Jazzel (Site desativado)